Maşt yani taramak sözünden gelen maşşata Osmanlı döneminde, seçkin ve zengin kadınların kuaförlüğünü yapardı. Tabi sevgilinin özel hayatına dahil olduğu için şairler onu kıskanır. Kimisi maşşatayı kıskanır kimisi tarağı. Nefi tarağı gönlüne benzetir. Sevgilinin saçlarına dokunan tarak, Nefi’nin gönlü gibi paramparça olur.
Vasf-ı to-râ ger konend ver ne-konend ehl-i fazl
Hâcet-i meşşâta nîst rûy-i dil-ârâm-râ
Fazilet sahibi kişiler seni ister övsünler ister övmesinler fark etmez. Gönüllere ferahlık veren bir yüzün, kuaföre ihtiyacı yoktur.
Sadi
Girîbân çâk olup hayretle sundum destine nâ-gâh
Dil-i sad-pâreyi ben şâne zannettim telâşımdan
“Yaka yırtıp ansızın, hayretle (yüz parça olmuş gönlü) eline sundum. Telaşımdan ben yüz parça olmuş gönlü
tarak zannettim”
Nedim
Bend-i zülfüne giriftâr olalı ol şûhun
Oldu Nef’î gibi sırr-ı dile mahrem şâne
“Tarak, o şuhun saçının bağına tutulalı Nef‘î gibi gönül sırrına sırdaş oldu.”
Nefi
Şâne urmış zülfine yâruñ sabâ meşşâta-vâr
‘Âlemi hôş-bû iden ol şânenüñ dendânıdur
“Sabâ meşşata gibi, sevgilinin saçına tarak vurmuş. Âlemi hoş kokulu eden o tarağın dişleridir.”
Sehi Bey
*Meşşata: Süsleyen, giydiren, saç tarayan; kuaför.